Dünya

Mete Gümürhan, ‘Beraber’i anlattı: Hayat her zaman siyah ve beyaz değildir

Berlin’den ödüllü “Genç Pehlivanlar” adlı belgeseliyle tanınan Mete Gümürhan’ın ilk kurmaca uzun metrajlı filmi “Beraber”, 29 Aralık’ta İstanbul Modern’in ‘Biz de Varız!’ seçkisi kapsamında izleyiciyle buluşacak. Dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Saraybosna Film Festivali’nde yapan “Beraber”, bir tersine göç hikâyesiyle başlıyor ve yakın zamanda annesini kaybeden ve babasının kararıyla Rotterdam’dan İstanbul’a taşınmak zorunda kalan on dört yaşındaki Zeki’yi odağına alıyor.

Zeki’nin, İstanbul’da yeni tanıştığı gençlerle yaşadığı tehlikeli ama bir yandan da eğlenceli maceraları konu alan filmde, Alihan Şahin, Hayat Van Eck, Mina Demirtaş, Lorin Merhart, Eylül Ersöz, Sinan Eroğlu, Elit Andaç Çam rol, Elit Andaç Çam, Onur Dikmen, Melek Öden ve Hasan Kıvanç Emür rol alıyor.

Mete Gümürhan ile “Beraber”i konuştuk.

Mete Gümürhan-Yönetmen

Filmin hikayesi nasıl ortaya çıktı?

Vereceğim cevapta daha önce yaptığım söyleşilerde söylediklerimi tekrara düşebilirim, belki Gazete Duvar okurları bu cevaplarımı daha önce duymamışlardır. “Beraber”in ilk tohumları, “Genç Pehlivanlar” belgeselini çekerken atıldı. Çekimler esnasında oradaki gençlerin yaptıkları jimnastik çalışmaları bana çok sinematik gelmişti. Daha sonra “Genç Pehlivanlar”ın çekimlerine verdiğimiz küçük bir arada İstanbul’a geldim. Burada kendimi lüks bir site ve hemen karşısında, siteyle aralarında sadece küçük bir yol bulunan, sakin ve daha alt gelirli mahallenin uyum içinde, bir arada yaşadığı bir ortamda buldum. Bu durum beni oldukça etkiledi. Son olarak, “Genç Pehlivanlar”ın Hollanda’daki kurgusu esnasında, bir gazetede ikinci ve üçüncü kuşak Hollandalıların, farklı kökenlerden gelseler de, başarı ve tanınma için ailelerinin anavatanlarına döndüklerini anlatan bir makale okumuştum. Bu üç deneyim, projenin temelini gerçekten şekillendirdi diyebilirim.

‘ZEKİ’NİN HİKAYESİNİ SESSİZLİK VE DUVARLARLA ŞEKİLLENDİRDİM’

Film, tersine göç temasını işliyor. Taşındığı yerde arkadaşları olmayan ve özlem Zeki’nin hikayesini nasıl şekillendirdiniz?

Hem mecazi hem de gerçek anlamıyla, sessizlik ve duvarlarla diyebilirim. Zeki’nin site içerisindeki hayatı ve sitenin dışındaki dünyası, aynı zamanda görüş alanı, sürekli olarak duvarlarla engelleniyor. Hatta bu duvarlar sadece Zeki’yi dış dünyadan site içerisinde tutmaya yaramıyor aynı zamanda içeride olduğunda bile çevresini sarıyor. Buna ek olarak, kamera hareketlerinde de benzer duyguları yakalamaya çalıştım. Zeki’nin duvarlarla sarmalandığını gördüğümüz anlarda ve iç mekanlarda kamera daha statik. Ve arka plandaki ses tasarımı da bu statiklik hissini destekliyor.

Film, tersine göç temasını işliyor. Taşındığı yerde arkadaşları olmayan ve geldiği yere özlem duyan Zeki’nin hikayesini nasıl şekillendirdiniz?

Bence insanların göçmenlik halleri ve göç deneyimlerinin özü birbirine çok benzer; göçmenlik hali veya göç deneyimlerini birbirinden ayıran noktaların bunların nedenleri olduğunu düşünüyorum. Ben şahsi olarak kimlik, din, renk, sınıf ya da herhangi bir şekilde kategorize edilebilecek şeylerin bu kadar önemli olmaması gerektiğine inanıyorum; önemli olan insanın karakteri, eylemleri ve de kişiliği olmalı.

‘SERBEST KOŞU SPORU ÖZGÜRLÜĞÜ İFADE EDİYOR’

Serbest koşu (free run) gibi dinamik bir sporun filmde nasıl bir rolü var? Bu spor, Zeki’nin duygusal ve fiziksel durumunu nasıl yansıtıyor?

Öncelikle serbest koşu sporu (free run) benim için ve filmde özgürlüğü ifade ediyor; ardından korkularınla yüzleşmek ya da onları kucaklamak ve son olarak da kendi unsurlarınla bir bütün olmak anlamlarını taşıyor. Araştırmalarım sırasında çeşitli serbest koşu antrenörlerinden duyduğum sözler de bunlardı. Bu sporu keşfettiğim için mutluyum çünkü Zeki’nin filmdeki duygusal ve fiziksel durumunu en iyi şekilde yansıtabilecek ya da ifade edebilecek tek sporun bu olduğunu düşünüyorum.

Oyuncular nasıl seçildi? Oyuncuların rol için özel bir hazırlık süreci oldu mu?

Zeki karakteri için oyuncu seçimi ağırlıklı olarak Rotterdam sokaklarında yaptığımız keşiflerle gerçekleşti. Karakteristik özelliklerine gelince, tabii ki iki dilli, esnek ya da sportif ve kamera karşısında karizmatik olması gerekiyordu bu karakteri oynayacak oyuncunun. Azra karakteri için ise, Mina Demirtaş’ın annesiyle birlikte İstanbul’da cast direktörümüz Ezgi Baltaş’ın ofisine geldiği an yeterli oldu. Ofise girdiklerinde annesi vapurda onu ısıran bir martıyı anlatıyor olsa da, Mina durgunluğu ve utangaçlığıyla dikkatimi çoktan çekmişti.

Azra rolü için ayrıca filmimizin diğer oyuncuları Eylül Ersöz ve Melek Öden de seçmelere katıldı ama ben onları çete üyelerine dahil ettim. Onları seçmeden önce, oyuncuları farklı karakterlerde denediğim birkaç grup çalışması yaptım genç oyuncularla. Hippo rolündeki Kıvanç Emür’ü böyle bir çalışmanın sonunda ekibe dahil etmeye karar verdim. Lorin Merhart’ı, Cihan karakterini oynayan oyuncumuz, Serhat Karaaslan’ın “Les Criminels” filminde izledikten sonra çok beğendim ve çeteye dahil olması gerektiğini düşündüm. Kemal karakterine hayat veren Hayat Van Eck’i ise ilk kez “Daha” filminde görmüştüm ve o zaman Zeki karakteri için aklıma takılmıştı ancak filmi finanse etmek birkaç yıl sürdü ve Hayat bu süreçte büyüdü. Şanslıyım ki, tam olarak benim Kemal’im gibi oldu.

Zeki karakteri için Alihan Şahin’i keşfettiğimizde her ne kadar kendi başına serbest koşu yapıyor olsa da, bir dünya şampiyonu ile profesyonel bir eğitim aldı. Mina, Lorin ve Hayat ise Hollanda’dan gelen serbest koşu antrenörümüzle çekimlerden önce birkaç ders yaptı. Hayat ve Lorin ehliyete sahip olsalar da, Eylül de dahil olmak üzere tüm çete üyeleri motosiklet dersleri aldı. Bunun yanı sıra, hırsızlık sahneleri için bir hareket tasarımcısıyla birkaç ekip çalışması yaptık.

‘ÇOCUKLARIN SAFLIĞINI VE MASUMİYETİNİ SEVİYORUM’

“Beraber” filminde lüks sitenin içindeki ve mahalledeki dünyaların çarpıştığı bir yapı var. Bu iki farklı ortamı anlatırken hangi temaları vurgulamak istediniz?

Gençler ve genç yetişkinlerin zihinlerinin, yetişkinler tarafından gereksiz etiketlerle ve sınıflandırmalarla kirletildiği gerçeğini. Çocukların saflığını ve masumiyetini seviyorum; onları yetişkin dünyasından kopararak, sınıf, görünüş, para, ego gibi yetişkinlerin taşıdığı yüklerden etkilenmeden kendi karmaşık duygularını deneyimlemelerine olanak tanıyabileceğimize inanıyorum.

‘HAYAT, HER ZAMAN SİYAH VE BEYAZ DEĞİLDİR’

Filmde Zeki’nin mahalledeki çocuklarla tanışma süreci nasıl bir dönüm noktası oldu? Mahalle kültürü, filmin anlatmak istediği meselelerle nasıl örtüşüyor?

Bu son derece öznel bir soru ve izleyiciden izleyiciye değişecek bir cevabı olduğunu da düşünüyorum. Benim için filmdeki mahalle ortamı, Zeki’nin kabuğundan sıyrılmasına ve tekrar hayata tutunmasına sebep oluyor. Hayat her zaman siyah ve beyaz değildir. Sürekli olarak gri alanlarda seyreder. En azından benim dünyamda ya da yanılsamamda öyle oluyor.

Filmdeki karakterlerin yaşadığı ailevi meseleler, özellikle Zeki’nin babasıyla olan ilişkisi, filmde nasıl bir etki yaratıyor?

Aile ya da ebeveyn bir çocuğun hayatında çok önemlidir. Güvende hissetmek, sorunlarını paylaşabileceğin ve güvenebileceğin birine sahip olmak anlamına gelebilir. Ancak birçok kişi için bunun tam tersi anlamlara da gelebilir. Herkes dünyaya farklı farklı lenslerle bakıyor, bu yüzden her birey kendi gerçekliğinde ya da kendi rüya hâlinde yaşıyor. Çocukken ebeveynlerimiz kendi hayat tecrübelerine dayanarak kendi bildikleri şekilde bizi korumaya çalışır. Niyetleri son derece saf olsa da çoğumuzun bize ne yapmamız gerektiğinin söylenmesini tercih etmediğini ve hayatı kendi istediğimiz şekilde keşfetme arzusunu taşıdığımızı düşünüyorum. Sonuçta ebeveynlerimizin ilk başta yapmamızı söyledikleri şeyi yapıyor olabiliriz. Yine de burada önemli bir fark var: Kendi hatalarımızı yaparak ve neden bir şeyi yapmamız gerektiğini öğrenerek kazandığımız deneyimsel bilgi, sadece doğru olanı bilmekten çok daha değerlidir.

Tersine göç temasını ele alırken hangi toplumsal ya da kültürel dinamikleri irdelediniz?

Rotterdam’da Türk bir ailenin çocuğu olarak doğup büyüdüm. Büyükbabam ve büyükannem Türk kökenliydi ve yıllar önce Yunanistan’dan Türkiye’ye, Keşan adında küçük bir kasabaya göç etmişler. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde onların hikayelerinin beni etkilediğini düşünüyorum. Ancak “Beraber” için ana ilham kaynağı, İstanbul’a vardığımda yaşadığım kültür şoku ve kendimi lüks bir site içinde bulmam oldu. Hollanda gibi zengin bir ülkede bile daha önce hiç görmediğim bir ihtişam ve abartılı bir lüksle karşılaştım. Kitabı kapağına göre yargıladım, içeriğine ya da metnine bakmadım. İstanbul’da kaldığım uzun süreler boyunca ve burada insanlarla konuştukça, mega bir şehirde yaşamanın zorluklarını -trafik, konut, toplumsal dışlanma ve diğer sosyal sorunlar- anlamaya başladım. Bu sorunların her sınıfta, zengin ya da fakir, aynı olduğunu fark ettim. Tek fark, her birinin farklı ölçekte olmasıydı ve “Beraber” için tetikleyiciler de bunlardı.

‘ÇİRKİNLİĞİ DAHA ANLAMLI VE RENKLİ BİR ŞEKİLDE GÖSTERMEYE ÇALIŞTIK’

Filmin görsel dilini oluştururken özellikle dikkat ettiğiniz bir estetik veya sinematik yaklaşım var mıydı? Nasıl bir atmosfer yaratmayı amaçladınız?

En başından itibaren, görüntü yönetmenimiz Stephan Polman ve yapım tasarımcımız Nadide Argun van Uden ile birlikte, mekanların görsel dengesini belirledik: İç mekanlar (site) daha statik, dış mekanlar (şehir ve diğer alanlar) ise daha hareketli ve el kamerası hissinde çekilecekti. Dışarısı neşeli ve dinamik bir hava taşırken, iç mekanlar ürkütücü ya da hapsedilmişlik hissini besleyen bir atmosferde olmalıydı, zamanın geçmediği yönünde bir his yaratmalıydı. Zenginliği, steril ve yapay bir şekilde tasvir ederken, yaz ışığının aralardan sızmasıyla bu mekanlara biraz hayat katmayı denedik. Bunun yanında, çirkinliği daha anlamlı ve renkli bir şekilde göstermeye çalıştık. Elbette, Zeki site içinde keyif bulmaya başladığında ve iç ile dış dünyaları çarpışmaya başladığında bu dengeler değişmeye başladı.

Sinemada gençlerin hikayelerini anlatmanın önemli olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki inanıyorum, yoksa gençler ve/veya genç yetişkinler hakkında iki film yapmazdım. Ayrıca, yine onlar hakkında veya onlar için farklı ülkelerde geçen yeni iki farklı senaryo yazmazdım.

Son olarak, “Beraber”i izleyenlerin filmden hangi duygu ve düşüncelerle ayrılmasını umuyorsunuz?

İzleyicinin hangi hislerle filmden ayrılacağının tamamen izleyiciye bağlı olduğunu düşünüyorum. İnsanların ne tür duygular ve düşünceler içinde olacağını kontrol edemem. Ayrıca filmi hangi koşullarda, duygusal durumlarda veya ruh haliyle izlediklerini asla bilemezsiniz. Bazıları filmi sevecek, bazıları nefret edecek; her ikisi de geçerli ve tüm ciddi görüşler benim için hep değerli olacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu